İçeriğe geç

Çığırından Çıkmış Dünya

Fikret Başkaya, Çığırından Çıkmış Dünya adlı kitabıyla kapitalizmin sömürgeciliği neticesinde ortaya çıkan kaotik yapıyı ele alıyor. Bir yanda zenginlik varken diğer yanda fakirliğin kol gezdiği çok sayıda ülkedeki sorunları irdeliyor. Bilim, kültür, sanat, insan hakları, hukuk, ilerleme, gelişme, kalkınma, Batıcılık, aydın, Batılı aydın tipi gibi çok sayıda kavram ele alıyor. Okundukça, tekrar okunuyor, sonra durulup düşündürüyor. O kadar anlı şanlı bir takım kelime ve kavramların hiç de masum olmadığını gösteriyor. Yoksa gerçekten de o kavramlar zaten baştan beri masum değil de bizler mi bilmiyorduk? Aydın sorunu üzerinden çeşitli saptamalar yapıyor. Batı’nın dümen suyuna girip, işbirliği yapıp, ondan medet uman tiplerden bahsediyor. Egemenlerin gücünün her yerde etkisini hissettirdiği bir ortamda bazı şeyler nasıl çözüm bulacak? Örneğin televizyondaki tartışmaların çoğunda körler sağırlar birbirini ağırlar minvalinde gerçekleşmiyor mu? Gündemin son sırasında olması gereken bazı konular ön planda tutulup nefes tükettirilmekten başka bir şey yapılmıyor mu?

Bir ülkede bilinci sömürgeleştirilen bireyler aynı gen aktarımı gibi kendinden sonra gelecek kişilere de bunları aktarıyor. Artık akın kara, karanın ak olduğu dönem içinde, farklı düşünmek ‘insan olmama’ gibi bir durumla damgalanıyor. Fikret Başkaya, ‘iş olsun torba dolsun, dostlar alışverişte görsün’ babında bir şeyler söylemiyor. Halka anlatılmayan, gösterilmeyen ya da üzerinde durulmayan, anlık görüntü olarak gösterilen şeylerin arka planını göstermeye çalışıyor. Bunları söylediği içinde egemen güçler tarafından muhalif olarak görülüyor. Hak, hukuk, adalet, paylaşım yanında; sömürmeye, ayrımcılığa, yozlaşmaya ve bilinç sömürgeciliğine karşı çıktığı için de muhalif oluyor.

Ey toplum; eğer sen fakirsen, açsan, siyasi ve ekonomik güç sahipleri tarafından sömürülüyorsan, bunun sebebinin egemenlerin sana anlattığı hikayeler olmadığını bil. Yolsuzluk ve hırsızlık almış başını gidiyor ve hukuk da buna set çekemiyor, adalette körleşmişse ve bunları kimse çözmüyorsa, bilin ki hepsi egemenlerin yüzündendir şeklinde mealen bilgiler aktarıyor.

Fikret Başkaya, çoğu ülkede yaşanan sosyal felaketlerin ve yozlaşmanın kökenlerini açık bir şekilde ifade ediyor. Dünyaya dayatılan Avrupa-Merkezli bakışa açısının beslendiği kaynağı da gösteriyor. Bilimin bile Avrupa bakış açısıyla nasıl pespaye edildiğini de gösteriyor. Bir takım aydınların Avrupa-Merkezli bakış açısının yayılması için seçildiğinden de bahsediyor. Televizyonlardaki tartışma programlarında sürekli hep aynı kişilerin bozuk plak gibi aynı şeyleri tekrarlaması ve danışıklı olarak kavga ettirilmesi de gerçeklerin gizlenmesi ve sadece o kavgaya odaklanılması için yapılan bir kurgudan ibarettir.

Dünyaya egemen olan Avrupa-Merkezli bakış açısının sosyoloji arkasındaki baş temsilcilerinin de nesnel değil tamamen ırkçı bakış açısıyla olayları değerlendirdiği ve ‘Avrupa’nın üstünlüğü’ tezini ileri sürdüklerinden bahsediyor. Bu tezin dünden bugüne devam ettiğini ifade eden Başkaya, Üçüncü Dünya ülkelerindeki aydın sınıfının da Avrupa’nın üstünlüğünü savunan bilimcileri beslediğini; kendi topraklarını, kültürünü, dinini, dilini, tarihini bilmeyen veya bilse bile Avrupa -Merkezli bakış açısıyla olayları yorumlayan zümrenin ancak onların sözcüğünü yapmaktan öteye gidemeyeceklerini de anlatmaya çalışıyor. Örneğin, Birinci ve İkinci Paylaşım Savaşları adının bile gerçeklerin saptırılması neticesinde ‘Dünya’ savaşı olarak nitelendirildiğini ifade ediyor.

Fikret başka, ‘bilim’ denilen burjuva iktisat hakkında da bilgiler veriyor. Okullarda İktisat derslerinde bilim diye egemen güçler tarafından halka yutturulan içi boş değerlerden başka bir şey olmadığını örneklerle anlatıyor. Yoksulluk varsa bunun karşısında zenginlik de var. Eğer zenginlik kavramı kapitalizmin kelimeleriyle anlatılıyorsa, açıklanıyorsa zaten sorunun kökenine inilmediğinin göstergesi olduğunu belirtiyor.

Patagonyadaki bir bakanın, kendi şirketinden devlete fahiş fiyatla mal sattığı tespit edildiği halde bununla ilgili hiçbir şey yapılmıyorsa, böyle bir ortamda siz, hangi adalet, hukuk ve siyasetten bahsedilebilirsiniz. Ya da kimlerin adaleti, hukuku ve siyasetinden? Fikret Başkaya, güzel kelimeler ve umut vaat eden söylemlerle halkın uyuşturulduğunu ifade ederken, yozlaşmanın köküne inmeden ve onun da adı telaffuz edilmeden bu soygunun, yolsuzluğun, sefaletin de sona ermeyeceğini yeri geldiğinde basit yeri geldiğinde akademik cümle bağlantılarıyla anlatmaya çalışıyor.

Fikret Başkaya, salt kapitalizmi ya da burjuva iktisatı da eleştirmiyor. Marksizm’e de yer veriyor. Ve Marks’ın düşünce yapısı ve söylemleriyle daha sonra Marksizm adını alan eylemlerin ya da ideolojilerin arasındaki farklara da değiniyor. Burası da yine çok dikkatli okunup irdelenmesi gereken bir kısım olarak karşımıza çıkıyor. Neden böyle diyor ve söylemlerinin altını nasıl doldurduğunu da okudukça anlıyoruz. Marks’ın söylemlerini genelden çekip alarak dar bir alana oradan da bir parti ideolojisi (ki, onun da yanlış olduğu) haline getirmek, Marks’a yapılan en büyük haksızlık kadar, egemenlerin ekmeklerine de yağ sürmekten başka bir şeye yaramadığını ifade ediyor. Bu sayede Marks’ın özü diyalektikten çıkarılıp daraltılıp fetiş ve kült haline getirildiğinden bahsediyor.

Kitap yavaş yavaş sindire sindire okunduğunda alınacak lezzet ve öğrenilecek bilgi daha dar artıyor. Kapitalist, sömürüsünü artırırken emeğiyle geçinen bizler ise sadece asgari ücret ve ‘bir işte çalışıyorum’ mutluluğu (!) içinde çarkların arasında aşınıyoruz. Fikret Başkaya, ‘Kral Çıplak’ diyebilen az sayıdaki insandan biridir. O da kolaya kaçıp suya sabuna dokunmayan egemen güçlerin sözcülüğü yapıp gününü gün edebilirdi. Fikirlerin dolayı içeri girse de karanlığı aydınlatmak için her daim ışık yakmıştır.

Çeviri olarak okuduğumuz çok sayıda kitapta Batı’nın dünyayı nasıl ele geçirdiği dolaylı yollarla anlatılırken, Fikret Başkaya, cümleleri dolandırmadan “net” konuşuyor. Herkesin okumasında fayda var. Kafalarda oluşturulan ‘bizimkiler’, ‘sizinkiler’ cümlelerini bir tarafa bırakıp topyekûn her türlü sömürgeciliğe karşı çıkıldığı takdirde bir şeyler değişebilir. Umut, “yolsuzluğun ve hırsızlığın” da “suç” sayılacağı günlerin tez zamanda gerçekleşmesi. Öteki türlü, birilerinin mehdi beklemesi gibi toplumun işi belirsiz, sonsuz zamana kalacak.

Ezcümle: Karanlığı aydınlatmak için küçük de olsa bir ışık olmak için bu kitabın da okunmasını tavsiye ediyorum. Bu kitabı okuduğunuzda farklı görmeyi de, anlatılanların dışında bir dünya olduğunu da göreceksiniz. Kitaptan alıntı paylaşmak için tekrar baktığımda tekrar tekrar okunması gereken önemli bir çalışma olduğunu gösteriyor. Bu kitabı 24 Nisan – 8 Mayıs 2021 tarihleri arasında okudum. Bu yazı ise 1000Kitap sitesine 10 Haziran 2024’te eklenmiştir. Okuduğum baskı, Yordam Kitap, Ekim 2019 tarihlidir.