İçeriğe geç

Yazının Sarkacı Roman

 Yazının Sarkacı Roman


Semih Gümüş’ün Yazının Sarkacı Roman adlı kitabı, yazarın çeşitli yerlerde yazdığı eleştiri türündeki yazıların bir araya getirilmesi sonucu ortaya çıkmış bir derlemedir. 2011 ve öncesine ait düşünce paylaşımıdır. Semih Gümüş, kitabın önsöz bölümünde, “Roman yalnızca hayattan seçtiklerimizi anlatmaz ” (s.15) diyerek romana bakışını da ifade ediyor. Bu doğrultuda romanın sınırlarını genişletiyor ya da var olan sınırları kaldırıyor. Bunu da ifade etmesinin sebebi ise belli kalıba alışmış okuyucuyu bilgilendirmek.


Standart kalıba uygun romanların dışında, insanın iç dünyasının zenginliğini ya da karamsarlığını da romanlara yansıtabilecek farklı bakış açılarına da ihtiyaç olduğunu ve son yıllarda ortaya çıkan bazı romanların da özellikle insanın iç dünyasına yönelik olduğunu vurguluyor.


Romanı yazara göre değil, romanın iç yapısına göre yazardan bağımsız (siyasi, ideolojik, felsefi) salt metne odaklanarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade ederken, bu sayede yapılacak bir eleştirinin de daha doğru olacağını belirtiyor. 


Nesnel bakış açının sergilendiği bu kısımdan sonra Gümüş, nesnel ve öznel düşüncelerini paylaştığı (daha doğrusu çeşitli yerlerde çıkan yazıların burada bir çatı altında birleşmesi) kısım ile çok sayıda kişi ve kitap hakkındaki düşüncelerini de belirtiyor. Bu kişiler sırasıyla: Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Yusuf Atılgan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hilmi Yavuz, Sevgi Soysal, Aras Ören, Selim İleri, Orhan Pamuk, Latife Tekin, H.A. Toptaş, Perihan Mağden, Murat Erman, Vecdi Çıracıoğlu, Hakan Akdoğan, Şule Gürbüz, Ahmet Karcılılar.


Tarihi, tarihsel roman, tarih nasıl okunmalı  ve bunun edebiyatla anlatılması ele alındığı bölümde, Kemal Tarih ve tarihi romanları üzerine düşüncelerini aktarıyor.  Burada Gümüş, Kemal Tahir’i tarihi çarpıtmakla suçluyor. Kemal Tahir’in kendi bakış açısından, düşüncelerinden hareketle farklı bir bakış açısı sunması doğal karşılanması gerekmez mi? Bizim gibi düşünmeyenlerin tamamını toptancı bir bakış açısıyla yargılayıp mahkum etmek engizisyonluk olmuyor mu? Gümüş’ün K. Tahir hakkındaki tüm düşüncelerini olduğu gibi – bir an – doğru kabul ettiğimiz de bile, bazı şeyler yerine tam oturmuyor. Örneğin, K. Tahir’in fikirleri hoşuna gitmediği için aşırı ve acımasızca saldıran Gümüş, söz Orhan Pamuk’a gelince bir an susuyor, aynı tavrı sergilemiyor. Acaba birinin ölmüş diğerinin yaşıyor olmasının bir etkisi var mı diye düşünüyorum?  K. Tahir’in bilinen, tekrarlanan tarih anlayışı dışında bir şeyler söylemesi tabii ki eleştirilebilir. Lakin onu da kendi iç dinamiklerine göre değerlendirip bunun da yanlış bakış açısı olduğunu nasıl diyebiliriz (kime ve neye göre….mezura kimin elinde? ). Fakat romanın edebi incelemesi apayrı bir minvalde gerçekleşmesi gerekir diye düşünüyorum. S. Gümüş burada edebi yönden çok, yazarın siyasi düşüncesini beğenmediği için toptancı bir yargılama ile yazarı ringin dışına atmış.

 S. Gümüş, K. Tahir’e  “..bakmalıydı, görmeliydi, duymalıydı” şeklinde bir bakış açısını empoze ettirmeye çalışıyor. Bunu bir yazar başka bir yazara nasıl söylüyor o da ayrıca düşünülmesi gereken bir durum. S. Gümüş, K. Tahir’in fikri yapısını beğenmediği için kitaplarını da beğenmiyor. 


[Biraz açmak istedim: Lakin aynı durumu  O.P için yapmıyor ya da yapamıyor. O.P’nin Beyaz Kale ve Benim Adım Kırmızı adlı romanlarının intihal (çalıntı) olduğu ile ilgili yıllardır süren tartışmalara hala O.P bir yanıt vermemiştir. Peki, bu intihal (çalıntı) kitaplar hakkında S. Gümüş ne düşünüyor? Eleştirmenlerin bir put tapıcılığı şeklinde O.P’ye methiyeler düzmesi eleştirmenlerin eleştirmenliğini de tartışmalı hale getiriyor. Esas üzerinde durulması gereken ise, edebiyatta intihal (çalıntı) olayında edebiyatın bakış açısının ne olmasının gerektiğidir. Bu durum gölge yazarlık gibi değil. Gölge yazarlık hem ülkemizde hem de yurtdışında yapılıyor. Bu biliniyor. Lakin intihal (çalıntı) durumu ise farklı bir şey. Acaba S. Gümüş ve benzer düşünceye sahip kişiler O.P’yi kendilerine yakın (siyasi, ideolojik vb. sebeplerle) bulmasalardı ya da karşı mahalleden biri aynı durumu yapmış olsaydı yine de saplantılı bir şekilde O.P sevdalısı olurlar mıydı? Acaba,  O.P’nin düşünce yapısıyla fikir oldukları için mi, intihal (çalıntı) durumundan söz etmiyor. K. Tahir’in romanları belki de S. Gümüş’ün anlattığı şekilde de olabilir. Okurlarda o şekilde anlam çıkarabilir. Burada sorun yok. Lakin O.P’ye methiyeler dizen birisinin. K. Tahir’in sırf fikirlerini beğenmediğinden dolayı onu idama mahkum etmesinin mantığını çözmeye çalışıyorum. Kitaplarında maddi hatalar da olabilir (O. P ile ilgili öyle bir durumda, o duruma bile ne methiyeler dizilmişti yahu 🙂 ). Romanın kurgusunda başı ile sonu arasında çatışma, boşluk, zıtlık durum olsa bunu ifade etse anlaşılabilir. Fakat yazarın düşüncelerini beğenmediği için romanlarını beğenmemesi, S. Gümüş’ün o edebiyata üstten bakmak, farklı görmek, farklılıklara yer açmak gibi düşünceleriyle ters olduğu için bunu belirtmek istedim.] 


Örneğin, Nazım Hikmet’i, Nihal Atsız’ı ya da Necip Fazıl’ı çeşitli düşüncelerden dolayı beğenmeyebilir ya da kısmen beğenebiliriz. Lakin O.P’deki durum farklı. Orada siyasi veya ideolojik bir bakış açısıyla olayları yorumlama haricinde intihal (çalıntı) bir durumla karşı karşıyayız. Esas dışlanması gereken tavır bu olmadır diye düşünüyorum. 


Yusuf Atılgan’ın romanlarını ise edebi bakış açısıyla yorumlar. Orada ideolojik, dini, siyasal, felsefi çıkarım yapmaz. Kendi içinde ve topluma yansıyan yüzüyle ilgili ifade de bulunur. 


Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler adlı kitabıyla Kurtuluş Savaşı ve öncesiyle İstanbul’da dışlanan ve Milli Mücadeleye destek veren İstanbul’un ruhunu, aydınlar üzerinden anlatıyor.


Sevgi Soysal’ın Şafak adlı kitabıyla 12 Mart 1971 darbesinin oluşturduğu ortamda iki karakter üzerinden sorgulama yapılıyor. Gümüş de burada 12 Mart dönemine ait yazılan romanların eksikliğinin bu kitapla doldurulduğunu ifade ederek kitabı parça parça irdeleniyor. 


Orhan Pamuk (O.P)’un Benim Adım Kırmızı adlı kitabını inceliyor. [S. G, belki O.P’nin has arkadaşı ya da ailesinden biri galiba. Savunmak için büyük çaba harcıyor] Hem Beyaz Kale hem de Benim Adım Kırmızı adlı kitaplarına yapılan intihal (çalıntı) suçlamasından temize çıkmadan yapılacak O.P kitap incelemeleri tamamen boş ve anlamsız bilgi yığınından başka bir şey olmaz. İntihale (çalıntıya) postmodern anlatım adı altında kılıf aramaya da gerek yok. Aynısını başka bir kişi yapmış olsaydı S. Gümüş ve bu düşünceye inananlar yine bu şekilde konuşurlar mıydı? Ve yine güzellemeler yapar mıydı? Ya da S. Gümüş’ün bir öykü kitabından aynı şekilde intihal (çalıntı) yapmış olsaydı yine aynı şekilde mi düşünürdü?  Örneğin ben, S. Gümüş’ün kitabından temayı olduğu gibi alsam ve bunlar üzerinde “atlatma” yaparak ortaya kendi metnimi çıkarsam acaba S. Gümüş ne düşünürdü? O zaman bana da güzelleme yazar mıydı? 🙂 Hatta “benim için onurdur” mu derdi? Bu intihal (çalıntı) meselesi Türk edebiyatında sonlandırılmadığı sürece O.P’nin yazdıklarına ancak  militan taraftarlık kisvesiyle hareket eden elit zümre haz duyabilir. Sırf O.P taraftarlığı, fanlığı, seviciliği için O.P’nin yazılarına da derin anlamlar çıkartılması da apayrı bir sorun oluşturuyor. Örneğin bir yazarın bir romanının sevilip sevilmemesi şu şekilde de anlatılabilir: Örneğin bir yazara, ‘basit cümle yapısıyla sıradanlığı aşamamış’ denilebilir ama diğer yanda ise, “basit cümle yapısı”,  ‘farklı arayışlar yolunda kurduğu basit cümle yapısı ile sıradan gözükse de, metnin geneline bakıldığında derinliği yaklaştıran ve kendi yolunda devingen bir tutum ile basit cümleleri bile daha aksiyoner bir şekilde anlatabileceğini göstermesi anlamında önemli bir çalışma ‘ da diyebilir. Sevilen kişi bu şekilde tarif de edilebilir. Maalesef O.P tabusu var; eleştirilemiyor (edebiyat dünyası içinde ). Ortada gizli el de yok, açıktan  ucuz methiyelerle parlattıkça parlatılıyor kitapları. O.P’nin şahsı ile kişiliği ile ilgili bir durum değil. Kısaca, O.P’nin bu intihal (çalıntı) meselesi çözülmeden yazdıklarının tamamı havanda su dövmekten öteye gidemez. S. Gümüş ve tabusever dostları istedikleri kadar O.P güzellemesi yapsın, karşılıksız, boş, anlamsız, suya yazılan yazılardan farksız olmuyor. O.P, maalesef dar, elit, ideolojik bağnaz yazıncı bir kesim tarafından himaye edilip egemen medyaya sürülse de bu mevzu kapanmadan sadece o dar, seçkinci sınıfın bir neferi olmaya devam edebilir.


Hasan Ali Toptaş’ın Bir Hüzünlü Haz adlı kitabıyla ilgili bir şeyler yazıyor. Metnin zor ve anlaşılmaz yapısını özellikle vurguluyor. Yani herkese hitap etmediğini belirtiyor. 


Diğer kişi/kitaplar hakkında da düşüncelerini paylaşıyor. Hem olumlu hem de olumsuz bakıştan örnekler sergiliyor. Ayrıca bu kitabı/kitapları okuyanlar da kendi açılarından bunu değerlendirebilir. Bu görüşler Semih Gümüş’ün. Peki, bunları okuyan okurun görüşü nedir? Bunun da cevabını okur olarak bizler değerlendireceğiz. 


S, Gümüş’ün buradaki tavrını şu şekilde görüyorum (daha önceleri de yazdığım gibi): Onun “en”leri var. Ve onlara hiç laf ettirmiyor. Onların dışında edebiyat sahnesinde de kimse olmuyor. Sadece onlar var. Onlarsız bir edebiyatta zaten edebiyat olmuyor. Enler hep “en” dirler. Hiç düşmezler. Onlar dışındaki her şey “değersiz”, “klişe”, “ucuzdur”. Ama Enlerin eserleri en üsttür, hep en mükemmel, en olağanüstü, en süper, en zirve, en büyük, en başarılı, en, en, endir.  Kendisine göre o “enler” en olabilir. Lakin ben ya da bizler için hiçbir şey ifade etmiyor. Bunları kendisi de çokça anlatmaya çalışsa da aşı tutmuyor. 



Ezcümle: Bu kitabı tavsiye ediyorum. Her ne kadar Semih Gümüş bazı yerlerde ideolojik ya da fanlık düzeyinde görüşler bildirmiş olsa da yine de kendini okutturuyor. Bir de şu saplantılı halden çıkmış olsa çok daha iyi olacak…..


Bu kitabı 12 – 15 Eylül 2022 tarihleri arasında okudum. Bu yazı ise 20 Mart 2023 tarihinde 1000Kitap sitesine eklendi.