Kasvetli Çağ
Kitabın alt başlığı dikkatimi çektiği için satın aldım. İlk önce “nasıl yani” diye geçti içimden. Sonra “farklı bir çalışma” diyerek merak ettim. Genelde dinlerin egemenliği anlatırken hep daha iyisini, mükemmelini getirdiği ifadesi kullanılır. Aydınlık ile karanlık kavramları da bazen dinden önce ve dinden sonra olarak da kullanılıyor. Teşbihte hata aranmaz ya da söz meclisten dışarı dersek, “cahiliye” dönemi olarak duruma bakabiliriz. Eski medeniyetlerin ya da var olan yapıların yıkılışı anlatılırken yeni dinin eskiyi tasfiyesinden bahsediliyor. Burada ise Roma’nın yıkılışına farklı bir çerçeveden bakılmaya çalışılıyor. Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığın gelişiyle başlayan dönemini yazar, “kasvetli çağ – the darkening age” olarak nitelendiriyor. Yani Hıristiyanlığın yaptıklarıyla koca bir imparatorluğun yıkılışına sürüklenişinin tarihinden bahsediyor. Yazar, bu durumu karanlıktan aydınlığa geçiş yerine aydınlıktan karanlığa dönüş olarak gösteriyor. Bu çerçevede o kasvetli çağın içinde neler yaşandığı anlatmaya çalışıyor. Yani, yeni din olan Hıristiyanlık, Roma’nın yıkılışını sağladı veya yıkılışını kolaylaştırdığını ifade ediyor.
Kasvetli Çağ – Klasik Dünyanın Hristiyanlar Tarafından Yıkılışı ile Catherine Nixey, Roma’daki yeni düzeni karanlık olarak betimleyerek, Roma’nın dışarıdan gelen bir tehdidin, yağmanın sonunda yok edilişinin hikayesini içerden anlatıyor. Romalıların gözünden, geçmişi tekrar canlandırıyor. O yüzden kitabına da şu şekilde başlıyor: “Yağmacılar çölden geldi. Palmyra onları bekliyor olmalıydı: Yıllardır sakallı, siyah cübbeli yobazlardan oluşan, taşlarla, demir çubuklarla ve sarsılmaz bir haklılık duygusuyla silahlanmış yağmacı çeteler, Roma İmparatorluğu’nun doğusunda terör estiriyordu.” (S.: 11) Bu saldırı sonucu paganizm yavaş yavaş ölüme yürürken, bir din de ortaya çıkmaya başlar ve tarih bu durumdan “Hıristiyanların Zaferi” olarak bahsediyor. Ortada zafer varsa mağlup olanlara ve onların kültürüne ne oldu? Burada hem yok oluşun hem de zaferin hikayesi aynı anda anlatılıyor.
Paganizm yerle bir edilirken, bu coğrafyanın küllerinden bir zaferin de flaması dalgalanmaya başlar. Hep zaferin dili ve araçları anlatılırken bu sefer kaybedenlerin, yok olanların sesini duyurmaya çalışıyor. Kitabın 23.sayfasında yer alan Samuel Johnson’nun cümlelerine bakıldığında ise çok önemli çıkarımlarla karşı karşıya kalabiliriz. Peki ne diyor Johnson: “Barbarlar kolay din değiştirdi çünkü vazgeçecek bir şeyleri yoktu”. Kolay değiştirenler olduğu gibi bunu yas olarak görenler de varmış ve yazar bu durumu anlatırken de çok sert ifadeler kullanıyor.
Eski din, kültür ya da farklı şekilde isimlendirilen bir yapı ile, zaman içinde oluşan yeni yapının iç içe giren etkileşimlerini de anlatıyor. Örneğin, yeni dinli Romalı (yani yeni Hıristiyan) çok susamışsa ve eski bir pagan tapınağı içinde su görmüşse bu sudan içmeli mi yoksa içmemeli mi? Bu ve buna benzer sorular da önemli. Eskiyi tamamen reddetmek, kötülemek, yok saymak yeni dinin de en önemli temellerini oluşturuyor. Çok tanrılı inançtan tek tanrı inancına dönüşüm öyle de kolay olmuyordu. O eski inanca ait bazı şeyler yeni dinin de altında bazen kül bazen de kor halinde duruyordu. Peki, Hıristiyanlık bu çok tanrılı dine inanan insanlara ne verecekti? Yeni din çok tanrılı inancın tapınaklarına, heykellerine ya da yaşayışına neden bu kadar sert davranarak saldırdı?
Kitap içinde sert ifadeler de var ve birilerini rahatsız edebilir. İfrat ile tefrit gibi de düşünülebilir. Bu kitap, teoloji ya da ilahiyat okuyanlar içinde bir düşünce egzersizi yapmalarına da fırsat sağlayabilir. Çünkü, din, tanrı, peygamber, inanç, varlık, yokluk, mucize gibi kavramlar neden, niçin soruları eşliğinde özellikle Romalı – kayıp- Celsus’un önermeleri ile işlenirken, Hıristiyanlık ve inançlar da sorgulanıyor.
Bir yanda putperest bir toplum diğer yanda ise yeni dinin ateşiyle alev alev parlayıp şehitlik mertebesine ulaşmayı niyetli gönüllü insanlar. Onlar bu dünyada sahip olamadıkları her şeyi öteki dünyada kavuşacaklarına inanıyorlardı. Ve bu düşünce ölüme yürüyüşleri artırırken özellikle de ne kadar fazla acı çekerlerse o kadar daha mutlu olacaklarına inanıyorlardı.
Yazar, temelde şunu da sorguluyor? Öyle anlatıldığı gibi (tarih kitapları) Romalılar (tabi yönetici grubundakiler) ‘yeni dine inananların çoğunu öldürdüler’, düşüncesi ne kadar doğru? Acaba Paganlar mı Hıristiyanlara baskı ve zulüm yaptı yoksa Hıristiyanlar mı Paganlara baskı ve zulüm yaptı? Peki yeni din Hıristiyanlık neden hoşgörüyle davranmadı da her şeyi yakıp yıktı? Örneğin, “Hıristiyan gözlemciler, Hıristiyan olmayan komşularının hoşgörüsü karşısında şaşkınlığa kapılırdı. Augustinus, Paganlar birçok farklı tanrıya fikir ayrılığına düşmeden tapabilirken, sadece bir tane tanrıya tapan Hıristiyanların kendi aralarında savaşan hiziplere bölünmelerine hayret etmişti” (s.62) . Toplumun içinde, saray, ibadet yeri, olaylar ve yıkımlardan oluşan bir pencereyi aralıyor. Aynı yer ve zaman dilimi içinde birbirlerini suçlayanların mücadelesini anlatıyor. O zaman şunu da sormak gerekiyor? Hangisi Kasvetli Çağ? Burada bunu sorgularken, Roma’dan günümüze gelen kaynaklar da kendisine destek oluyor. Bunu da bir zaman dizisi içinde, – bir tarih sıralaması -içinde yapmıyor.
Çok güzel bir kitap. Özellikle dinler tarihine meraklı ve okuyan ya da tarih – din ve buradan hareketle ortaya çıkan yeni oluşumları merak edenlerin hoşuna gidebilir. Paganların yaptığı zulmü Hıristiyanların yaptıklarına kıyasladığında bunun ancak devede kulak olacağını da belirtiyor. Sayfalar dikkatli okunduğunda Pagan – Hıristiyan; Hıristiyan – Pagan çatışmasının öncesi ve sonrasıyla yansımalarını da aksettiriyor. Bazı (yoksa çoğuna mı ?) tarihçilere, tarihi çarpıttıkları için çok ağır cümleler de kullanıyor. Acaba Nero (n) Roma’yı yaktı mı yoksa… Burada bile farklı bir akış açısı ile olayı irdeliyor. Bunu ancak dönemi çok iyi bilenler ve bunun üzerine okuyanlar anlatabilir. Klasik tarih anlatımı ve ortada dolaşan Roma tarihindeki kendisine göre yapılan çarpıtmalardan örnekler vererek eski yeni karşılaştırması da yapıyor.
110. sayfada ise şunu ifade geçiyor: “Tarihi kazananlar yazar…” Yazar da ta baştan tarafını belli ederek kazananların değil kaybedenlerin yanında olarak kazananların üzerinden kaybedenleri anlatıyor.
Düz bir okur olarak anladıklarım bunlar. Benim gibi düz okurların da ilgisini çekebileceğini düşünüyorum. Tabi ki, çok daha şeyler, alıntılarla birlikte yazabilirdim. O zaman yazının boyutu iyice büyüyeceğinden dolayı bu şekilde kısa tutmaya çalıştım. Yazar akademisyen değil; gazeteci olmasından dolayı da kitabın ağır bir dili yok.
Notlar:
++ Yazar pagan kelimesini özellikle kullanmadığını ifade ediyor (s.23). Bunun sebebini de o dönemin insanları kendilerini o şekilde tanımlamamaları, sonradan oralara yerleşen Hıristiyanların o tabiri onlar için kullandığını ifade ediyor.
++ Kitabın İngilizce baskısında yer alan resimler Türkçe baskıya alınmamış acaba neden diye bir soru soralım?
++ YKY takdiri ama kapağı siyahımsı yapacağınıza özgün baskı kullanılsa çok daha dikkat çekerdi. Maalesef bu anlamsız kapak olayını bazı yayınevleri de sürdürüyor, ne kötü.
++ Yazar, Catherine Nixey kimdir diye baktığımızda ise annesinin rahibe, babasının da papaz olup Katolik kültür içinde büyüyüp gazetecilik mesleğini seçmiş olsa da uzman bir kişi olarak karşımıza çıkıyor.
++ Çevirmenin de eline sağlık, teşekkürler.
Ezcümle: Bu kitabı 24 – 26 Mayıs 2023 tarihleri arasında okudum. Bu yazı ise 1000Kitap sitesine 30 Aralık 2023’de eklenmiştir. Tavsiye ediyorum.